TC
DANIŞTAY
SEKİZİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/14633
Karar No: 2017/9984
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) : M. G
Vekili : Av. Fatih ÖZGÖKÇEN
Kürden Mah. Yeni Meram Cad. No:254 Meram/KONYA
Karşı Taraf (Davalı) : N. E. Ü -
İstemin Özeti : Konya 2. İdare Mahkemesinin ....... gün ve E:..., K:...... sayılı kararının hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : S. Ö.
Düşüncesi : İstemin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava, davacı tarafından, ............ Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yaptığı 31.01.2009 tarihinde, anılan Bilim Dalında bölüm başkanı olarak görev yapan İ.M. isimli kişinin makam odasında davacıya karşı hakaret ve kasten yaralama eyleminde bulunduğundan bahisle 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, dava konusu olayda, eylemin idariliği ve/veya adı geçen kamu görevlisinin, tamamen kendi iradesi ile kişilere karşı siyasal, kişisel veya başka nedenlerle kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında zarar verip vermediği hususu, Konya 4. Sulh Ceza Mahkemesi’ nin 20.06.2011 günlü E:2009/480, K:2011/714 sayılı kararının sonucunda ortaya çıkmış olup, davacının söz konusu kararı en geç bu karara dayanarak Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2011/534 esas sayılı dosyasına kayden manevi tazminat davasını açtığı 07.09.2011 tarihinde öğrendiğinin kabulünün gerektiği, diğer taraftan, Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 08.12.2014 günlü E:2014/650, K:2014/698 sayılı kararının görev yönünden reddi kararı niteliğinde olmadığı, yani davacı tarafından görevsiz yargı yerinde dava açılmadığı, davacı tarafından 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca ceza mahkemesinin kararının öğrenildiği 07.09.2011 tarihinden itibaren bir yıl içerisinde zararın tazmini istemiyle davalı idareye başvurulması ve başvuru üzerine verilen cevap üzerine dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra merciine tevdi kararı ile yapılan başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine, 14.05.2015 tarihinde açılan işbu davanın süreaşımı nedeniyle esasının incelenmesi mümkün olmadığından davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'unun 9'uncu maddesine göre, çözümlenmesi idari yargı mercilerinin görevine girdiği halde, adli ve askeri yargı mercilerine açılmış davaların görev yönünden reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde idari yargı mercilerinde dava açılabileceği düzenlenmiştir.
2577 sayılı Kanun’un 13'üncü maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her durumda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak zararlarının tazminini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliğ tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği, görevli olmayan yargı mercilerine açılan tam yargı davalarının görev yönünden reddi halinde idareye başvurma şartının aranmayacağı düzenlenmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden;
Davacı tarafından, ...............Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yaptığı 31.01.2009 tarihinde aynı Bilim Dalında bölümü başkanı olan İ.M.’ nin makam odasında kendisine hakarette ve yaralama eyleminde bulunduğunu ileri sürmesi ile ilgili olarak açılan kamu davası sonucunda İ.M.' nin Konya 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 20.06.2011 günlü E:2009/480, K:2011/714 sayılı kararda “….soruşturma aşamasında alınan tıbbi rapor ile olay nedeniyle M. G. mevcut yaralanmasının rapor edildiği, sağ göz ucu dış kenarında 1 cm lik yaralanmasının olduğu, hayati tehlikesinin bulunmadığı, BTM ile giderilir şekilde yaralandığını, İ.M.'nin ise herhangi bir yarasının bulunmadığı görülmüştür. Elde edilen dosya kapsamı deliller ile sanık İ.M.’ nin ders notlarının kitap haline getirilip getirmemesi veya ders notlarını para karşılığı öğrencilere satılıp satılmamasının tartışması sonucunda M. G. yönelik kasten yaralama ve hakaret suçunu işlediği…” nitelemelerine yer verildiği ve İ.M.’ nin Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde belirtilen “kasten basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif yaralama” ve “…..” demek suretiyle kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek şekilde hakaret suçunun sübut bulduğuna hükmedilerek yargılama neticesinde İ.M.’ nin mahkumiyetine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, meydana gelen olayın kişilik haklarına saldırı olduğundan bahisle adı geçen kişi aleyhine 07.09.2011 tarihinde Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2011/534 esas sayılı dosyasına kayden manevi tazminat davası açıldığı, anılan Mahkemece verilen 28.02.2013 günlü E:2011/534, K:2013/100 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 27.02.2014 günlü E:2013/7234, K:2014/3351 sayılı kararıyla Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin söz konusu kararının bozulduğu, Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozma kararına uyularak verilen 08.12.2014 günlü E:2014/650, K:2014/698 sayılı kararla davanın idari yargı yerinde ve
idareye karşı açılması gerektiğinden bahisle davanın husumet yönünden reddine karar verildiği ve bu kararın taraflarca temyiz edilmeyerek 16.01.2015 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.
20.01.2015 tarihinde davacı tarafından Konya 2. İdare Mahkemesi'nin E:2014/54 sayılı dava dosyasında, davalı idare aleyhine açılan manevi tazminat istemli davada verilen 20.02.2015 gün ve K:2015/90 sayılı kararın gerekçesinde, Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 08.12.2014 gün ve E:2014/650, K:2014/698 sayılı kararının görev yönünden ret kararı niteliğinde olmadığı, davacı tarafından 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinin (1) bendi uyarınca dava açılmadan önce ilgili idareye başvurulması ve idareden "ön karar" alınmasının zorunlu olduğu, ancak böyle bir başvurunun bulunmadığı anlaşılmakla, dava dilekçesinin görevli idari merciine tevdii edilmesi gerektiğinden bahisle merciine tevdiine karar verildiği, akabinde dava dilekçesinin 05.03.2015 tarihinde tebliğ edildiği, davalı idarece, davacının taleplerinin cevap verilmeyerek reddedilmesi üzerine 14.05.2015 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin mevzuat kurallarının yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.
2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde, idari eylemlerden doğan zararlar için doğrudan tam yargı davası açılması konusu düzenlenmektedir. Tam yargı davasının açılabilmesi şu koşulların bir arada bulunmasını gerektirmektedir: İdari bir eylem; zarar; zarar ile idari eylem arasında illiyet bağı.
Madde tam yargı davası açılmadan önce, idari eylemin yazılı bildirim veya başka suretle öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurularak hakkın yerine getirilmesinin istenmesini aramaktadır.
Hukuki sorumluluğun koşullarının, her zaman, maddede öngörülen süreler içinde, olayın meydana geldiği anda ve bir arada ortaya çıkması mümkün olamamaktadır.
Zararın idari eylemden kaynaklandığının bu sürelerden sonra ortaya çıkması mümkün olabildiği gibi, zararın gerçek miktarı veya illiyet bağı daha sonra da ortaya çıkabilmektedir. Bütün bu olasılıklar göz önünde bulundurulduğunda, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinin, yargıya başvuru hakkını ortadan kaldırmayacak, ancak maddeyi de işlevsiz bırakmayacak bir şekilde yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Davacı tarafından, görevsiz yargı merciinde, meydana gelen olayın kişilik haklarına saldırı olduğundan bahisle adı geçen kişi aleyhine 07.09.2011 tarihinde Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2011/534 esas sayılı dosyasına kayden manevi tazminat davası açıldığı, bu davanın Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozma kararına uyularak verilen 08.12.2014 günlü E:2014/650, K:2014/698 sayılı kararı ile "olayda hizmet kusurunun olduğu ve husumetin idareye karşı yöneltilmesi gerektiği" gerekçesiyle husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesi ve kararın 16.01.2015 tarihinde kesinleşmesi üzerine 1 yıl içerisinde 20.01.2015 tarihinde bakılmakta olan tam yargı davasının açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, her ne kadar Mahkeme tarafından, ceza mahkemesinin kararının öğrenildiği 07.09.2011 tarihinden itibaren bir yıl içerisinde zararın tazmini istemiyle davalı idareye başvurulması ve başvuru üzerine verilen cevap üzerine dava açma süresi içerisinde dava
açılması gerekirken bu süreler geçirildiği gerekçesiyle süre yönünden davanın reddine karar verilmişse de, davacı tarafından eylemin idariliğinin adli yargıda açılan tazminat davasında Anayasa'nın 129/5 ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesi gereği idari yargıda idare aleyhine dava açılması gerektiğinden, davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddine ilişkin kararın verildiği tarih olan 16.01.2015 tarihi itibariyle öğrenildiği ve bunun üzerine 20.01.2015 tarihinde davasını açtığı, Mahkeme tarafından 20.02.2015 tarihinde merciine tevdi kararı verildiği, davalı idarece talebin zımnen reddildiği görülmüştür.
2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde, tam yargı davasının açılabilmesi için gereken koşullar, somut olayda, Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı ile ortaya çıktığından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 13. maddesinde belirtilen 1 yıllık sürenin hesaplanmasında da, Konya 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararının kesinleştiği tarihin değil, Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin “davanın husumet nedeniyle reddi” kararının kesinleştiği 15.01.2015 tarihinin esas alınması gerekmektedir.
Bu durumda, yukarıda yer verilen açıklamalar dikkate alındığında, davanın süresinde açıldığı görüldüğünden, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, buna uyulmadan verilen yerel mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; Konya 2. İdare Mahkemesinin temyize konu kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 28/12/2017 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
(X)
KARŞI OY :
X- İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.
İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe usul ve Kanuna uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.
Başkan